Milano ancora..

Sevgili blogum,

Sana daha ne kadar yazabilecegim bilemiyorum cunku bu ulkede surekli birilerinin cikarina dokunuyor diye sansur cok mesru oldu. Ve internet gibi ozgurlukcu bir alanda da maalesef ayni zihniyette ilerleniyor. Aslina bakarsan bu yaziyi yaziyor olmam da bir mucize, cunku aslinda sen kapalisin. Birilerinin hosuna gitmeyen seylerden ve yasada hala kapatilmayan bosluklardan dolayi seni de kapadilar. Ama her nasil olduysa bana aciksin ve ben de bunu degerlendirmeliyim.
Ihmal ettim aslinda Ocak ayinda Pinar'la Milano'ya gidisimizi yazacaktim ama simdiye kismetmis. 21-26 Ocak arasi oradaydik. Aslinda Buse de evinde olacakti ve misler gibi beraber olacaktik. Fakat akli o siralar havada olan Buse'cim vizesini gecirip oturma iznini de bitirdigini farkettiginde biraz gecti ve halletmesi de zaman aldi. Dolayisiyla biz de Pinar'la Buse olmadan Buse'nin evinde 2 gun kaldik. Tabi yalniz degildik, Buse yoksa benim canim fratellom Giorgio'm vardi. Bize ev sahipligi yapti, Buse Pazar gunu gelene kadar.

Cuma gelip valizleri eve koyduktan sonra Pinar'a biraz Navigli'yi gezdirmek istedim. Biraz nehir kenarinda turladiktan sonra aksam yemegi icin benim her daim favori restoranim "Trattoria di Toscana"ya goturdum. O ozensiz ve birseye benzemeyen girisin arkasindaki sevimli ve sicacik bahcesi muhtesem. Ama asil muhtesem olan her biri yemeye doyamacaginiz yemekleri... Makarna cesitlerinden risottoya her biri birbirinden lezzetli. Yanina da bir chianti actirdiniz mi bizim gibi, ohhh...

Yemekte bahtsiz bizim yanimiza gayler dustu. Bundan dolayi kendimizle dalga gectikten sonra kis bahcesine gecip saraplarimizla biraz oturduk. Ha tabi en son gelen super lezzetli tiramisuyu da atlamayayim.

Cumartesi gunu Milano'yu gezdirdim Pinar'a. Biraz alisveris, biraz turistik gezi... Luini'nin Panzerotti'sinden yedirdim ki Basak'tan sonra Pinar da hastasi oldu. Gerci bana surekli domatesli ekmek yedirdin durdun diyordu ama kendisi de bir yandan aseriyordu! :)

Cumartesi aksami disari cikariz diye bi girdik eve ama Gio'nun da israrlariyla evde kaldik. Zaten bizi yeterince eglendirdi fratellom.

Pazar gunu Como veya Lugano'ya gidelim dedik ama meger erkenden olan treni kacirmisiz. Ee demokrasilerde careler tukenmez, biz de Lecco'ya gittik! Ah ne de iyi yapmisiz! Dagin kenarinda yine bir gol kasabasi. Muhtesem manzara, gunesli hava, ah mis gibi mesire yeri.. Bayildik, bayildik! Orada gezip gole karsi kahvelerimizi icip fotograflarimizi da cektirdikten sonra, aksam gelecek olan misafirlerimi agirlamak uzere eve donduk.



Birbirinden lezzetli pizzalar soyleyip misafirlerimizin gelmesini bekledik. Gio'nun abisi Daniele milleti gorunce bi sasirsa da alisti. Keza Arnavut Egla, Meksika asilli Amerikali Nelly, Sirp asilli Avusturyali Jelena ve bir Hintli Sandeep ile yeterince internasyonel ve 'Karisik'ti. Busosumun da gelmesiyle guzel ve fakat yorucu bir geceyi guzelce atlattik.

Pazartesi ise alisveris gunuydu! Shuttle'imiza binip Isvicre sinirlarindaki Foxtown'a gittik. Birbirinden unlu magazalar icinde tabi kendimizi kaybettik. Benim 3. gidisim olunca, cok bilincli bir gezi rotasiyla, maksimum verimle gezdigimi soyleyebilirim. :) Eve donup Gio'nun bize yaptigi pesto soslu makarnayi da yiyip Ferzan Ozpetek'in favorim olan filmi Mine Vaganti'yi izledik.

Sali gunu yine Milano gunumuzdu. Eksikler, alinmasi gerekenler, yapilmasi gerekenler yapildi. Once okula ugrayip hem eski arkadaslarimi gorup hem de okul sahibimizle biraz konustuk. Pinar'cim o sirada tek basina Milano magazalarini kesfetmekle mesguldu. Sonra da Duomo yakinlarindaki Royal Restoran'da yemeklerimizi yiyip aylar oncesinden bilet aldigimiz La Scala'ya dogru yola koyulduk.

Giriste bir hayvanat bahcesi edasi vardi adeta. Cunku daha once hic bu kadarini bir arada gormedigim onlarca kurklu kadin icerideydi. Yas ortalamasinin 70 oldugunu dusundugum bu yerde, bizim oldukca spor kactigimizi soyleyebilirim. Allahtan boynumdaki sahte kurkle ucundan da olsa teyzeleri yakalamayi bildim :)

Bizim yerimiz 4. kattaki bir balkondaydi. Balkonun hemen karsisindaki dolaplara esyalarimizi birakip minik balkonumuza gectik. Bizim yaslarimizda bir kiz vardi sonradan Arnavutluktan geldigini ogrendigimiz. Derken tum entelektuellikleriyle orta yasli bir cift geldi, balkonun on sandalyelerine kuruldular. adam kel ama saclari uzatmis, hatta bir fiyonkla toplamis, yuvarlak minik gozluklu, biyiklari kivrik, papyonlu falan elinde oyunun kitabi, enteresan bir amca. Kadin ise daha sade. Belli ki bunlar iyi birer opera izleyicisi diyorsun ilk izlenimde. Ama tabi sonradan gorduk ki, on yargili olmamak lazim!!

Efendim; oturdugumuz, daha dogrusu ayakta durdugumuz yerden (cunku balkon yanda kaliyor ve ayakta kafani hafif uzatarak izlemen gerekiyor!) sahneyi izlerken mecburen bu cifti de gormek durumundayiz. Bu cift once elele tutusmalar, sonra koklasmalar, opusmeler derken olayi abartmaya basladilar. Biz ucumuz birbirimize bakip oksurmeler vesaire elimizden gelen yontemlerle uyarmaya calisirken, bunlar tinlamadan devam ettiler. Oyun falan kalmadi tabi, konsantrasyon dagildi, ustumuzde bi gerginlik... Adamin son atagindan sonra artik dayanamayip isterlerse disari cikabileceklerini soyledim. Bunlar yaramazlik yapmis cocuklar gibi suclanip arkalarina yaslandilar. Arkasindan da adamin oyunu cekerken iphone'unu 4. kattan dusurmesi ile bu sefer rahatlik sirasi bize geldi. Allahtan 2. yari uslu durmayi basardilar da oyunu anlamayi basarabildik.



Son gunumuz olan Carsamba gunu ise Romeo ve Giulietta'nin mekani olan Verona'ya gittik. Burasi biraz buyukce, hatta icinde Kolezyumu olan guzel bir sehir. Bizim bildigimiz adiyla Juliet'in evinin duvarlari tamamen asik ya da asik olmayi uman insanlarin yazilariyla kaplanmis ki muhtesem duruyor. Aralarinda bos yer bulmak imkansiz olsa da biz Pinar'la uygun bir yer bulup biseyler yazdik. Sonra da neden oldugunu bilmedigim bir sekilde gidip Juliet'in tunctan heykelinin memesini tutup poz verdik. Oyle ki, bir meme tutulmaktan beyazlamisti artik :)



Meydanda oturup yarisini guvercinlere kaptirdigim pizzettalarimizi ve tabi oncesinde Pinar'a soz verip bir turlu yediremedigim guzelim dondurmayi da yedirdikten sonra goremedigim arkadaslarim Masha ve Kristina'yla bulusmak uzere ayarladiklari aperativoya gittik. Bobino Club dedikleri yere geldik gelmesine de, bir baktim aperativo buranin ozelligi degil, sadece bir arti olarak sunuluyor. Icerisi tam bir klup, sahnede zenci bir solist modern jazz soyluyor. Oldukca keyifli bir gece gecirdik.

Ertesi sabah da toplanip tatli ev sahiplerimizle vedalasip shuttle'a binmek uzere Centrale'ye gittik. Guzel Mila koleksiyonunu yaptigi ve gece gunduz calistigindan beni goremeyince, hic uyumadan vedalasmaya gelmisti. Ne tatli arkadaslar edinmisim deyip yine o garip hislerle 2. vatanimdan ayrildim.

Ama yakinda gene bulusacagiz... Sen bensiz duramazsin... :)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Can’sız Bir Sene

Cahillikler ülkesi beni öldüremeyecek.

Gidememek