Karantinada Bir Doğum Günü

Küçükken tek hatırladığım sokağa çıkma yasağı, sayım yapılırkendi. Hatta o zaman da biz çocuklar, araba geçmemesinin verdiği keyifle, bomboş caddelerde top oynardık. Bunu düşünürken, nasıl da dışarıda oyunlar oynadığımız aklıma geldi. Cep telefonları olmamasına rağmen, ailelerimiz de, şimdiki gibi, bir çocuğunun kaçırılma korkusu olmadan, saatlerce dışarıda kalmamıza izin verirlerdi.

Şimdi ise, yeni yaşımın gecesinin arefesinde, ilk kez biraz korku verici bir sokağa çıkma yasağı yaşarken yazıyorum bu satırları. Birkaç senedir Engin’e doğum günü sürprizi istemiyorum, tek olalım dediğim halde hep arkadaşlarımla sürpriz yapıyor ve her seferinde çok mutlu olduğumu gördüğü için tekrarlıyordu. Yine üç beş ay önce bu sefer ciddi ciddi kutlama yapmayalım lütfen derken, elbette bunu demek istememiştim. Ama derler ya, dilek tutarken hiç boşluk bırakma diye, epey boşluk kalmış olmalı ki, böyle tuhaf bir zamanın içinde buldum kendimi.

Ama yalnız değiliz. Sadece ben değil, tüm dünya evde ve benzer hissiyatlarda. Herkeste endişe ve kaygı hakim ama bir yandan da çok şey öğretti bize bu durum. Geriye dönülmez bir şekilde değişiyoruz ve bireysel değil kolektif olarak bunu yapıyoruz.

Eskiden herkes yalnızdır diye düşünürdüm. Hatta bu bir fikir olmaktan çıkmış, benim için kesinlik ifade eden bir kalıp haline gelmişti. Belki kendimi korumak için ve tek başına ayakta kalmak gerektiğini düşündüğüm için, sorgusuzca kabul etmiştim bu kuralı. Oysa ki neden ayakta durmak zorunda olalım ki? Yaslanmak varken, sevgi alabilmek, kabul edebilmek varken, neden ayakta kalmak gibi negatif bir olgu üzerinden bakalım hayata? Şöyle bir geçmişi karıştırınca görüyorum ki, yine birey olarak ama sosyal bir birey olarak karışmışım yaşama. Aksi düşünülebilir mi zaten? Zor bir zamanında bir dostu arayıp sadece anlatmanın verdiği rahatlama ne kadar kıymetli. Bir sevincinde, arkadaşına, ailene müjde vermek nasıl önemli. Gün içinde başına gelen komik veya sinir bozucu bir durumu eşinle paylaşmak ya da sevdiklerinin mutlu sesini duymanın verdiği haz ne kadar da kayda değer.

Tabi sanıyoruz ki hayat iyi ya da kötü anlardan oluşuyor. Oysa hepsinden daha fazla nötr anlarımız var. Ne kadar da farketmeden geçirdiğimiz anlar aslında. Ben hep gelişmek istedim ve sanırım kendime koyduğum en büyük hedef bu olabilir. Ve çok şanslıyım ki hayatın nötr anlarının da farkına varmam gerektiğini anladım. Çünkü sadece iyi anlardan oluşmuyor hayat. Bir peri masalında yaşamıyoruz hiçbirimiz. Nötr anlar dışında bir de grilikler var hayatımızda. Ki her şeyin beyaz olmasını isteyen ben, olmadığında demek ki siyah diyip kahrolacağıma, grilikleri kabul ettikçe, huzurlu olma olasılığımı nasıl da artırdığımı farkettim.

Biliyor musunuz, eskiden, 20’li yaşlarımın başında doğum günümde kimler aradı, kimler aramadı diye çetele tutardım. O kadar önemliydi ki doğum günüm, arkadaşlarım unutsalar, sonra beni aramaya çekinirlerdi. Oysa ertesi gün de olsa aranayım, beni sevdiğini kanıtlasın isterdim. Çaresizce sevilme isteğini bırakalı çok oluyor neyse ki. Utanç verici olan bu düşünce şeklini buraya yazabiliyorum çünkü, gelebildiğim noktadan memnunum. Çünkü biliyorum ki o genç kız, tüm insanlar gibi sevilmeye, onaya ve önemsenmeye ihtiyaç duymuş ve bugün tüm kalbimle onu kucaklıyorum. Şimdi yok mu peki bu ihtiyacım? Olmaz mı? Her zamanki kadar. Ama biriktirdiklerimle, anılarımla, hayallerimle ve en önemlisi şimdiyle yaşamayı seçiyorum. Sesimi duymak isteyen arıyor, sesini duymak istediğimi ben arıyorum. Unutmuşsa da, beni sadece bir gün sevmiyor ya o güzel dostum... Ben değerliyim, bunu sanırım idrak etme yolunda önemli adımlar attım.

Hani ben de hala çok kolay biri sayılmam. Aslında bazen bakıyorum çok yalınım ama bazen de kendimin bile anlamadığı grift bir şeyler çıkıyor benden. O eski huysuzluğum kalmasa da, illa doğruyu söyleyeceğim mesela. Karşımdakini düzeltmem şart ama artık kusur kapatmayı öğreniyorum. İnatçılık var ya serde, ama en azından iddiaclığı bıraktım. Çok araştırıp okuyorum ya illa bilgimi ortaya koyacağım derken, arada susabiliyorum artık. Ama gurur da duyuyorum kendimle çünkü uzun zamandır ben diliyle konuşabiliyorum. Duygularımla konuşabiliyorum. İstemiyorsam yalansız söylüyorum. Sırf beni sevsinler diye evet demiyorum. Kimseyi kırmamaya çalışıyorum ama kendi isteklerimi geri plana atmamaya çalışarak... Öğreniyorum ve öğrenmeyi çok seviyorum.

Kimisi sen koç olsana derken, kimisi bilmişliğimle dalga geçiyor. İkisine de gülümsüyorum. Ha bunu da mükemmel uygulayamıyorum ama öyle de ok’im. Hayatımdaki herkesi farklı farklı yerlere koydum ve hepsine teşekkür ediyorum. Hani beni siz yarattınız derlerdi ya eskiden televizyondaki sanatçılar, aslında bir bakıma doğru çünkü birbirimizi yaratıyoruz. Bir mesaj verme niyetinde de değilim. Ha tabi ki istiyorum ki herkes gelişmek istesin, ama herkes olabildiği haliyle yeterli belki de. İnandıklarımız, yaşadıklarımız, hayat tarzımız, eğitimimiz, birçok şeyimiz farklı belki ama ortak noktamız hep birbirimize değmemiz. Doğum günümde sokağa çıkmam yasakken, yine ben aynı şeyi yapıyor, battaniye altında Engin’le film izleyip, yine kendimi inceliyor ve hayatı düşünüyorum. Ha bir de akışına bırakmaya çalışıyorum. Çünkü belirsizlik bir insan için en zorlu alanlardan ve yaşadığım an her neyse, onun içinde kalarak akışında kalmaya çalışıyorum.

Burda tam da beylik bir cümleyle bitirmem lazım ama Engin bloga yazmak istediğimi söylediğimde kocam beni çok seviyormuş, onu da yaz dedi, bu yüzden bununla bitiriyorum. Yani sevgiyle...

İyi ki doğdum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Can’sız Bir Sene

Cahillikler ülkesi beni öldüremeyecek.

Gidememek