Küçük bir diyalog

"Herşeyi hissedebiliyor musun?" diye sordu çocuk. "Hayır" dedi, "En çok acıları hissediyorum. Hüzün, kırgınlık, öfke... Acıya dair ne varsa.". Durakladı, dört duvar arasında olmalarına rağmen, sanki birşeyi arar gibi gözleri uzaklara dalmıştı. "Peki ya mutluluk?" dedi çocuk sessizliği bozarak. Keyfi kaçmıştı. Tam da tatlı bir hüznün tüm asaletine kendini bırakmışken bu soru da nereden çıkmıştı? Yine de cevabın hakkını vermek için düşündü. Belli belirsiz bir gülümseme dudaklarında belirmişti. Gerçek olsa tadı boğazını yakabilecek acı bir gülümseme... "İçindeyken pek kafa yorulan birşey değil." dedi. Çocuk açıklama isteyen meraklı gözlerle ona bakıyordu. Devam etti; "Acı herşeyden daha gerçektir. O kadar gerçektir ki neredeyse dokunabilirsin. Kalbini sıkıştırır, damarlarında zehir gibi dolaşır. Sen panzehri bulana kadar, tabi bulabilirsen, her hücrene değer, yorar. Bundan daha gerçeği yoktur. " Çocuğa cevap vermediğini farkederek konuşmasına devam etti. "Mutluluk nankördür. Saf mutluluk saflıktan başka birşey değil. Bazen en mutlu anında bile acı çekebilirsin. İşte o an mutlu olduğunu daha net farkedersin. Mutluluğun en güzeli de acıdan sonra gelendir. Önce şaşırtır seni, ama işte tam da oradadır inanmasan da. Bir karşıtı olmadan anlamak zordur. O yüzden acı olmadan mutluluğun değerini bilmek ya hayatla çok derdi olmayanlara ya da farkındalığı çok yüksek kişilere özgüdür. ". Çocuk susup önüne baktı. Adamın dediklerini bir yerlere oturtmaya çalışıyor gibiydi. Tedirgin hareketlerle parmaklarını ovuşturmasından belliydi. Adam göz ucuyla çocuğa baktı. Dediklerinden pişman olmuştu. Bir hastane odasında, ufacık bir çocuğa içini döktüğü için kendini küçümsedi. 
"Benim annem hep mutluydu." dedi çocuk gözlerini kaldırmadan. "Ben hasta olana kadar mutluydu.". Adam beklemediği bir haberi almış gibi hafifçe sıçradı oturduğu yerden. Gözleri büyümüş, şaşkınlıkla çocuğa bakıyordu. "Şimdi gene mutlu görünüyor. Gülümsüyor, benimle şakalaşıyor. Ama biliyorum eskisi gibi değil. Gözlerinden anlıyorum acı çektiğini." Adam ne diyeceğini bilemez bir şekilde olduğu yerde çakılmıştı. Nereden de açılmıştı bu konular, kendini suçladı. Çocuk gözlerini kaldırıp adama baktı. Gözlerindeki olgun bakış adeta herşeyin farkındayım der gibiydi. "Ben iyileşince daha mutlu olacağız, annem...". Cümlesini biytirmekte zorlanmıştı çocuk. Gözlerini tekrar indirdi. Özür diler gibi bir sesle "Annem eskisinden daha mutlu olacak o zaman." dedi. 
Tuhaf bir rahatlama oldu adamın tüm bedeninde. Tüm lanetliğiyle hiç düşünmeden söylediği bu sözlerin çocuğu üzmek yerine cesaretlendirdiğini görmek, onu önce pişman etmişken şimdi şaşırtmıştı. Neredeyse kendiyle gurur duyacaktı. "Evet" diyebildi sadece. Bildiği tüm kelimeler, çocuğun bu sözleri karşısında anlamsız kalacakmış gibi sustu. Çocuğa baktı. Kendi biraz sonra bu odadan çıkıp gidecekken, kim bilir daha ne kadar kalacaktı çocuk burada. Dünyadaki tüm kötü şeyler başına gelen biri gibi bilmiş bilmiş konuşurken muhtemelen daha 10 yaşında bile olmayan bu çocuk onun utanmasını sağlamıştı. Aylin'i aramalıyım diye düşündü. Kaybedecek bir dakikası daha yoktu. Telaşla oturduğu yerden kalktı. Telefonunu, cüzdanını ceplerine alelacele sıkıştırırken ona merakla bakan çocukla göz göze geldi. "Ben, gitmeliyim." dedi çocuğa. Yanına yanaşıp elini uzattı, "Memnun oldum genç adam." dedi gülümseyerek. Çocuk suratında belki babasında bile görmediği en babacan ifadeyle elini uzattı adama. Çekinerek tokalaştı adam. Kapıdan çıkarken göz ucuyla arkasına baktığında çocuğun aynı ifadeyle ona baktığını gördü. Telefonun kilidini açıp Aylin'in numarasını tuşladı. Tek çalışta açılan telefona karşıdakinin sesini beklemeden konuştu "Biz iyileşeceğiz ve sonra eskisinden daha mutlu olacağız!".

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Can’sız Bir Sene

Cahillikler ülkesi beni öldüremeyecek.

Gidememek